13 Ekim 2011

Lafonten’in “Cırcır böceği ile Karınca” yazısına yerinde bir eleştiri nasıl olur?

Eğitim
Eğitim

Batı; vahşiliğini ve acımasızlığını en güzel hikâyelerinde açığa vurur. Biz de bu hikâyeler işimize yarar mı yaramaz mı demeden bir güzel evlatlarımıza ezberletiriz.

Okullarımızda okuma yazma öğretilirken ilk aşamada Lafonten’in “Cırcır böceği ile Karınca”sı ezberletilir. Efendim; yaz boyu çalışmayıp saz çalan Ağustos Böceği; kış gelince mutlu yuvasında keyif çatan, çalışkan karıncanın eşiğinden kovuluyor. Dışarısı kar buz ama karınca ona çalışmadığı için el uzatmıyor, çünkü kendisi yaz boyu çalışmıştır. İşte, aşağılık çocuk hikâyesinin özü bu… Tam da bireyci, egoist Batılıya yaraşır cinsten!

Çalışkan karınca, tembel böceğe yardım etmiyor. Yardım nedir? Yardım: Çalışıp kazananın değil çalışabilme ve kazanabilme imkânlarına sahip kişilerin varlıklarını açlarla paylaşabilme erdemidir. “Ben çalıştım, sen de çalış kazan.” felsefesi cimrilikleri örtmek için uydurulmuş mantık kurmacasıdır. “Var ama veremiyorum, elim titriyor.” demek istiyorlar.

Lânet olası Fransız karıncası, hatalarıyla kapısına gelen Cırcır Böceği’ne ahlâk dersi veriyor. Ahlâk dersle olmuyor. Batı, bunu öğrenemedi. Ahlâk ceptedir ve avuçla dağıtılır. Fakirin ahlâkı olamıyor ve zaten olunca da inanmıyorlar.

Bazı insanlar kendisini önemseyerek benlikleri üzerine saraylar kurarlar, maneviyat ve acıma hissinden uzak boşluklardaki ego tapınakları da hep nefret üretir.

Nefret üreten bu insanlara Batılı diyoruz. Nefretini şiddet kültürüyle dışa vuramayanlar ahlâk dersleriyle intikam alırlar. Dışa dönük ahlâk görüşleri ego kalkanıdır. Doğu kültürü, ahlâkı içe dönük yaşar. Kimse kimseye ahlâk dersi vermeden ahlâklı yaşar ve vermedikleri bu dersin ücretini Allah’tan talep ederler.

Güzellik şu ki; ellerindekini dağıtarak dünyada topraklarını azaltan inançlı insanların öbür dünyadaki arazileri katlanarak çoğalır. İçimizdeki Freudlar ve Batılılar yukarıda yazdıklarımı “Şizofrenik” bulacaklardır. De ki öyledir ve bu inanç yumağı deliliktir. Şimdi soruyorum, böyle bir deliliğin hangi insana zararı dokunur? Herkes böyle düşündüğünde zaten yeryüzü cennet olmaz mı?

Kıç cebinde hesap makinesiyle gezen materyalist Batılılara karşı oluşturduğumuz delilik, en güzel ahlâk ve en gerçek hümanizma değil mi?

Düşene, pişman olana, kapımıza gelene akıl vermeden, yardım etmek dinimizin, geleneklerimizin ve kültürümüzün emridir. Karınca olup övünmeyecek, Cırcır Böceği’yken ümidi kesmeyeceksin. Biz kadroya inanırız. Yeryüzündeki her kişiliğin görevi vardır. Zalimleri, ahlâksız hırsızları Allah koruyor değil. Biz kendimizi onlardan koruyarak sınav vermiş oluyoruz… Bilmeliyiz ki kötüler iyilerin sınavıdır ama iyiler de kötüler için kâbustur!

Batı’nın çocuklarımıza giydirdiği bu masallardan yüzlerce var. Elimden geldiğince onlarla savaşacağım. “Rızık Allah’tandır.” ayeti nasıl da Cırcır Böceği’ne yakışıyor.

Doğu’nun derviş böceğini çocuk hikâyeleriyle karalayarak bizi kendilerine benzetmek istiyorlar. Gece gündüz demeden dünya malı için çalışıp biriktiren Yahudi Karınca tam bir Batılıdır, biriktirdikleriyle hegomanya kurup saygı bekleyen Batılıyı temsil eder.

Ne yani, çalışmayan aç mı kalacak? Hem bu hikâyeleri bize yutturuyor hem de sosyal devleti oluşturarak işsizlik maaşı veriyorsunuz. Cırcır böceklerini hazinenizle beslerken bizim uşaklara tersini öğretmeniz hoş değil. Cırcır Böceği derviştir. Doğu’yu temsil eder. Değil günlerin, ayların; mevsimlerin, hatta yılların farkında değildir.

Durup dinmeden; zamanı, günleri, ömrünü ve servetini sayan Batılılardır. İnsan bir kez koluna saat takınca zamanın ve bir kez banka hesabı açtırınca da paranın esiri olur.

Yeryüzünde insandan başka biriktiren bir canlı yoktur. Sadece köpekler bazen kemik saklar. Zaten onu da sakladıktan sonra unuturmuş. On emrin biri ” Biriktirmeyin.”dir ve İslâm dininde de sık sık tekrarlanır.

Biriktirmek; kendini garantiye almak, yarını düşünmek senin rızkını verip dünyaya salan yaratıcıya güvensizliktir. Batı’nın “Donduralım kışın da yeriz.” manyaklığı konserve kültürünü yaygınlaştırdı. Sanırım, gâvur icatlarından olan buzdolabını incelemenin tam zamanı.

Buzdolabının mucidi de şeytandır. Doğaya ait olmayan, doğaya sonradan insan eliyle getirilmiş gibi görünen her icat şeytanîdir. Yüzyıllardır doğadan kopan insanoğlu da artık şeytanın topiklerinden biridir!

Allah’ın yarattığı bizler, şimdi analığımız olan şeytanın kıllı memelerinden zehir içiyoruz. Son halimizle “Bizi Allah böyle yarattı.” dersek Allah’a iftira etmiş oluruz.

Buzdolabında sakladığımız portakalları, mandalinaları yaz ortasında yerken mevsimleri yaşayamıyoruz. Otomobiller yüzünden bir kış geçiriyor ama paçalarımıza çamur sıçratmıyoruz. Klimaların icadıyla bütün yazı terlemeden atlatıyoruz. Doğadan kopuyoruz, sonra da “Doğallıktan yanayım, doğal olalım.” derken aklımıza cinsellikten başka şey gelmiyor. En çok, susanlar konuşuyor, görmüyor musunuz?

Ey taş! Söyle bana, hangi sırra ayan oldun da donup kaldın? Ey dağ! Kerem’in kazma darbeleri bağrına inerken Aslı için olduğunu bildiğin halde hiç mi gülmedin? Ey çiçek! Bana bildiklerini söyle! Tüm güzelliğin ve görkeminle sus pus otururken en çirkin yaratıklar nasıl övdüler de kendilerini kulak asmadın. Ey! Kırkından sonra İngilizce Kursu’na gidenler; bu masa, bu sandalye, bu duvar ne konuşur kendi aralarında? Bilirsen Süleyman’sın bilmezsen kursiyer…

Ey nesneler! Alın beni de aranıza; görüp susalım, duyup susalım, konuşurken susalım ve bir tahta parçasının bilgeliğiyle eskiyince yanalım.

Deli densin adıma, meczup ya da tırlatmış… Onların diline bulaşmayacaksam razıyım payıma… En azını istedim insanlardan ki çok versinler ama onlar bu nezaketten ve bilgelikten yoksundular. Şimdi de en azını istiyorum hayattan ölümden sonraki cömertliğe uçarak…

Bir klip bırakmak isterdim modern çağa: “Ameliyat masasında bir kadın ve üstü yeşil çuha örtülü… Çuhanın bir açık penceresi var ve bu çağın putuna denk geliyor…

Doktorların nesne kumbarası gibi; çatal, bıçak, Matriks, cımbız, çek, senet, Cd, Bono, Marks, disket, cep telefonu, anten, Dostoyevski, maus, kozmetik ürünler, direksiyon, tampon, zayıflama ve kondiksiyon aletleri, kapı kolu, Konfüçyüs, uzaktan kumanda, bilumum nutuklar, hesap makinesi, mikrofon, prezervatif, Orkit, Komünizm, Sosyalizm, Liberalizm, Faşizm, akineton, doğum kontrol hapları, Bush, piknik tüp, Freud, kılıç, bıyık, test kitapları, Hitler, maaş bordroları, çalar saat, savaş ve barış çığlıkları, moda dergileri… Ne varsa tıkıyorlar içine…” Klip bu!

Hakikatin huzuruna dik gidilmez. Türbe kapılarını hatırlayın, onların girişi bir çocuğun gireceği kadar küçüktür. Kim olursa olsun, ister kumandan, ister sultan, ziyarete gelenler sürünerek girerler içeriye.

Şimdi “Abicim bu yazı çelişkilerle dolu.” diyeceksiniz, hayır değil. Dar kapılardan girdiğiniz hakikat yuvalarından çıkarken bir elinizde kılıç olmalı ve bir şövalye gibi dimdik durmalısınız.

Eğri bir adama kılıç, düzgün bir adama da eğri kılıç yakışmaz. Lütfen bu ahenge dikkat edin! Her cümle bir kötüyü üzmeden, her paragraf bir sektörü çökertmeden, her sayfa zalimlerin ordusundan kelle kopartmadan ve her kitabınız dünyayı yeniden düzenlemeden kendinize yazar demeyin ve çevrenizden nemalanmak isteyen sineklere “Üstat” dedirtmeyin. Dersler bu kadar basit. Yaparım diyorsanız buyurun cümbüşe, inanın o zaman hep arkanızda olacağım!

Nereden geldik buraya? Hah, buldum Cırcır Böceği’nden! Kalabalık bir çağın hızlı mahlûkatlarıyız. Deli gibi fren yapıp ” Nereden geldik buraya?” diyoruz.

İlkellik sadeliktir. Binlerce yıllık İlk Çağ’dan üç beş taş, sekiz on sütun kaldı. Oysa son yüzyıla yani; Bilgisayar, Uzay, Genetik, Nükleer, Milenyum, Robot, Simülasyon, Medya, İletişim Çağı’na bakınız… İsmi bile kalabalık. Son yüzyıla ne isim takacağımızı şaşırmış durumdayız. Demek ki “Hız ve Akineton Çağı” demek en uygunu …

Batılı düşünce, aklı salık verir ve akıllı insanlarla diyalog kurarlar. Buradaki diyalog sermaye arkadaşlığıdır. Tüm örgütlenmelerin arkasında ticaret yatar. Doğu’nun şenlikli toplumunda ise, bütün renklere yer vardır.

Her yıl hata yapan, akıllanmayan, utanmadan kibrini yenerek aynı kapıdan yardım dileyen utanmaz derviş Cırcır Böceği, onların okullarında kötüye örnek olsun diye okutuluyor.

Ayağını denk atıp, biriktiren, çalışmaktan tükenmiş, kapısına gelen düşkünü kibirle kovan pinti karıncalarından da biz tiksinmeliyiz. Evet, çocuklarımız cırcır böceği olmasın ama Lafonten’in Yahudi Karıncası’na da övgü yağdırmasınlar… İlle de ikisinden biri olacaklarsa saz çalıp gezsinler, Pir Sultan gibi, Aşık Veysel gibi…

Kaynak: Bülent Akyürek’in 18 Temmuz 2011 tarihinde yayımlanan “Ağustos böceği ile kişisel gelişimini tamamlamış karınca hikâyesi” konulu makaleden alınmıştır.

Share

Bunları da Beğenebilirsiniz...