11 Ekim 2011

Atasözleri ile “Kişilikte duygular” yaklaşımları

Yaşam
Yaşam

Kişilik duygularla örülüdür. Bireyin uyaranlara, olaylara, hatıralara, düşüncelere, duygusal tepki ile katılabilme yetisine duygulanım (affect) denir. Neşe, öfke, üzüntü, nefret, kin, sıkıntı ve benzeri şekillerde isim alırlar. Bunlar tabiî duygulardır. Ancak bu duygular uzun süre aşırılaştığı ya da uygunsuz tepkiler olarak ortaya çıktığında duygulanım bozukluğu düşünülebilir. Atasözlerinde kişilikte meydana gelen duygusal tepkiler dile getirilirken, bireyin davranışı açısından değerlendirildiği görülmektedir. Atasözlerini daha iyi anlamak için, duygular konusunda genel açıklamaların verilmesi değerlendirmeye ışık tutacaktır.
Kişilikte duygular nitelik ve niceliklerine göre farklı olabilir. Bu farklılığa duyguların şiddeti denir. Aynı nitelikteki duygunun şiddet oranı değişik tepkilere sebep olur. Şiddetli korku, öfke, üzüntü ve benzerî duygular taşkınlık ve panik yaratır ya da bireyi olduğu yerde hareketsiz bırakır. Duygularda fizyolojik olan değişikliklerin belirtileri genellikle benzer biçimde bulunur. Atasözlerinde dikkat çeken duygular; korku, kaygı, üzüntü, öfke, inatçılık ve benzerleridir. Korku; gerçek, beklenen bir tehlike karşısındaki duygusal yaşantı. Kaygı: Nedeni bilinmeyen bir kuşku ve korku durumu. Öfke: Engelleme karşısında ortaya çıkan ölçüsüz, gereksiz saldırganlık olarak tanımlanabilmektedir. Duyguların, kişiliğin oluşmasında, tutum ve davranışların ortaya çıkmasında önemli rol oynadıklarını atasözlerinde görebilmektedir.
Atasözlerinde, şiddetli duyguların bireye zararı olabileceği, “Keskin sirke kabına (küpüne) zarardır”, “Öfke ile kalkan zararla oturur” sözleri ile belirtilmektedir. Bu düşünceler ilmî gerçeklere de uymaktadır. Şöyle ki; duygusal gerilimler uzun süre mide ve kalp hastalıklarının oluşmasına sebep olmaktadır. Ayrıca duygusal bozuklukların, beynin çevresindeki sıvının basıncını artırdığını, eğer basınçtaki yükselme sürerse kafatasının içindekilerin sıvı tarafından sıkıştırılıp başağrısı yaptığını ilmî araştırmalar ortaya koymuştur.
İnatçılık, bir duygulanım olmasa da, herhangi bir duygunun oluşturabileceği bir davranış şekline dönüşebilir. Öyle ki bazen birey, inatçılığın kendisine zararı olacağını bilse dahi inadında ısrar edebilir. “Çıktı dokuza, inmez sekize”, “Dediği dedik, çaldığı düdük”, “Bir inat bir murat”, “Bin kez söyle eşeğe, bir dirhem inmez aşağa” sözlerinde olduğu gibi, kişi inatçı bir tavır içinde olabilir. Horney, bu tipler için nevrotik demekte, bunlarla tartışmanın, yâni bunları ikna etmeğe çalışmanın yararsız olacağım yazmaktadır. Ama inatçılığın gerisinde kaygı, endişe gibi şiddetli duygular da olabileceği düşünülebilir. Çünkü duygular, bireyin tutum ve davranışlarının ortaya çıkmasında etkili olabilmektedir.

Kişilikte “korku” ve “kaygı” duygulanımı, Türk atasözlerinde değişik boyutlarda sergilendiği anlaşılmaktadır. Psikologlar “korku” kelimesini; korku sebebinin açık seçik bilindiği, gerçek bir tehlike önünde beliren bir tepki olduğu şeklinde tanımlarlar. Vehim, bunaltı, şüphe, endişe, anksiyete kelimeleri ile de ifade edilen “kaygı” ise; dışta var olmayan bir tehlike karşısında beliren, korku sebebinin belirsiz olduğu durumlardaki tepki olarak tanımlanır. Kaygı, bazen güçlü bir iç korkuya da dayanabilir. Birey, korku yaratan kaynağı kesin bir şekilde algılayabildiği halde, kaygının kaynağının farkında bile olmayabilir. Bazen bastırılmış düşmanca duygular bilinçli düzeye çıkma eğilimi gösterdiğinde bireyin duyduğu şey kaygıdır. Bireyde bu duyguların bazen karıştığı da olabilir. Çünkü insan korktuğuyla karşılaşınca ya da onu zihninde tasarlayınca aşırı kaygı ve sıkıntı duyar, paniğe kapılır. Korkuların temelinde kaygı ve endişenin bulunması kişideki duyguların karışabileceğim gösterir. Bu psikolojik bilgilere dayanarak atasözlerinden örnekler verilebilir. Meselâ doğrudan “korku”nun değil, korkan bireyin nasıl davranışlar gösterdiğini, ya da gösterebileceğini şu atasözleri anlatmaktadır: “Korkağa gölge bile düşmandır”, “Korkak bezirgan ne kâr eder ne ziyan”, “Korkmuş kişiye koyun başı çift görünür”, “Korkulu yola kişi yayla okla çıkar”, “Korkunun ecele faydası yoktur”.

Örneklerdeki atasözlerinden anlaşıldığı gibi “korku” duygusunun, bireyde yoğunluğuna göre görme bozuklukları, davranışlarda tutarsızlık ve dengesizlik görülebileceği işaret edilmektedir. Korkan bireyin “gölge”den şüphelenmesi, koyun başını çift görmesi ve benzeri durumlar bunu göstermektedir. Korku ve kaygı duygularının birbirine karıştığı, şiddetine göre bazen birinin öne çıkartıldığı atasözlerine de rastlanmaktadır. Birey, “Bin tasa bir borç ödemez”, “Bin kaygı bir borç ödemez”, “Boşuna telaş dikine traş” olduğunu bilsede kaygılardan kurtulamayabilir. “Akla gelen başa gelir” sözünde olduğu gibi, bireyin zihnine taktığı korkulu beklentilerinin görüntüsü düşüncelerine aksedebilir. Neticede bilince takılan kaygı bunalım yaratır, kişi çabalarına karşı “obsesyon” denen düşüncelerinden kurtulamaz ve “Kişi korktuğuna uğrar”. Bu hissedilen duygular aynı zamanda baskı altına alınmış endişe belirtilerinden başka birşey olmayabilir. Bu boş endişelerden kurtulmak için “Bin kaygı bir borç ödemez” sözü, olumlu yönde geliştirilen bir mekanizma, kaygıdan kurtulmayı öneren bir tavır sayılabilir. Kaygılı olan bireyin birçok belirtileri bulunabilir. Bunlardan biri de şaşkınlık, ne yapacağını bilememedir. Hattâ kaygının tanımında belirtildiği gibi kaygılı birey herhangi bir şeyin varlığı olmadan, o varlığa karşı harekete geçme davranışları gösterebilir. Bu tür anlamsız olarak gösterilebilecek kaygılı davranışlara karşı; “Doğmadık çocuğa don (kaftan) biçilmez”, “Gölü (Dereyi) görmeden paçaları sıvama”, “Dağdaki tavşanın suyu ocağa vurulmaz”, “Denizdeki balığa Pazar olmaz”, “Doğmadık oğlana ad komak olmaz”, “Doğmayana don biçer” ve benzeri sözlerin söylendiği veya söylenebileceği düşünülürse, atasözlerinde birey davranışlarından anlaşılan kaygıların da dile getirdiği söylenebilir, “bunalan karga buz yutar”, “Bunalan ölmez kara gün kararıp kalmaz” sözlerinde “kaygı” duygusunun işlediği, bireyin kaygılarını giderme yolunda ifadeler taşıdığı belirtilebilir.

Türk kültüründe “gam”, “dert”, “keder” olarak isimlendiren üzüntü duyguları da bazen korku ve kaygı ile içice bulunabileceği gibi, bu duyguların başında ya da sonunda da oluşabilir. Yahut kişi, karşılaştığı bir olay karşısında şiddetli bir üzüntüye itilebilir. Bu duygu bireyi sarsacak, etkileyecek şiddet ve uzunlukta olduğunda, zarar görecek yine bireyin kendisidir. Çünkü şiddetli duyguların kişiye fizikî, olumsuz etkileri olabileceği belirtildiği gibi, ruh sağlığı açısından da olumsuz tesirleri söz konusu olabilir. Nitekim şu atasözlerinde üzüntünün, sıkıntının insan üzerindeki psikolojik ve fizyolojik etkileri anlatılmak istenmektedir.
“Ağacın Kurdu içinde olur”, “Ağacı kurt, insanı dert yer”,”Demir nemden, insan gamdan çürür”,”Duvarı nem, insanı gam yıkar”.

Geleneksel Türk kültüründe öfke, “gadap” ve “gazap” olarak da ifade edilmektedir. Öfkenin sınırı çizilmeden, çoğunlukla hatalı, kötü bir duygu olarak değerlendirilir. “Oysa öfke bir sınır içinde bireyin kendi varlığını koruması, tanıtması ve çevreye kabul ettirmesi için gerekli” olduğu uzmanlarca kabul edilmiştir. Ancak “sınır”ın, her öfkeli birey tarafından çizilebilmesi gerçekleştirilemediğinden, bu duygu halindeki düşünceler ve atasözleri de olumsuzdur. Meselâ Gazâli’ye göre insanın isteklerinden birisi engellendiği zaman öfke meydana gelir. Öfke anında ateş yükseldiği gibi, kan basıncı artar, insanın yüzü kızarır. Aşırı öfkelenen kişilikte söz dinleme azalır, gözleri birşey görmez olur. Öfkelenen kişi sözlerinde aşırılığa, saldırganlığa kadar varır. Öfkesi geçtiği zaman, aynen şu atasözünde belirtildiği gibi söylediği sözlerden utanır: “Öfke gelir göz kararır, öfke geçer yüz kızarır”, insanda öfke, atasözlerinde de ortaya konduğu gibi, fizyolojik ve psikolojik olmak üzere çift yönlü oluşmaktadır. Çünkü öfke duygusu aynı zamanda hem ruhu, hem de bedeni ilgilendiren bir durumdur. Öfkeyi, içten gelen yıkıcı bir coşku, bütün bedenin sıcaklığını yükseltip kan dolaşımını hızlandıran bir durum ile birlikte görürüz. Bunu için “öfke baldan tatlıdır” ama “Öfke ile kalkan zararla (ziyanla) oturur” denmiştir. Çabuk öfkelenen ama bu duygusunu kontrol altına alabilen bireyler için; “Saman alevi gibi parladı”, “Çabuk parlayan çabuk söner” sözleri söylenmiştir. Buna karşılık öfkenin eyleme geçmesi demek olan saldırganlığa hazırlanan, öfke şiddeti arttığı gözlenen kişiler için, “Burnunun yeli saman savurur”, “Demir yalayıp ateş püskürür” sözleri dile getirilir. Herhangi bir istekleri ya da ihtiyaçları engellendiği zaman hayvanlarda, çocuklarda ve erginlerde saldırgan davranışlar görülebilir. Atasözlerinin saldırganlığa ve saldırgan kişilere karşı tavır almış olarak söylendiği görülmektedir; “Ölüm ile öç alınmaz”, “Yırtıcı (alıcı) kuşun ömrü az olur”, “Zorba ile şaka olmaz”, “Azgın it ile uğraşılmaz”. Bu atasözlerinde başka saldırganlığın; saldıran ve saldırılan açısından hiç de iyi olmayacağı; “Canı yanan eşek Attan yürük olur”, “Eşeğin canı yanınca atı geçer”, “İki testi tokuşunca biri elbet kırılır” sözleriyle belirtilmiştir.

Bilindiği gibi ölüm içgüdüsünün önemli bir türevi saldırganlıktır. Freud’a göre saldırganlık gerçekte insanın kendisine yönelik olan yıkıcı eğilimlerin dış dünyadaki nesnelere çevrilmesidir. “Ölümü gelen it mescidin duvarına işer” sözünde de, saldırganlık dürtüsünün dış dünyaya çevrilmesini görebiliriz. Çünkü toplumun kutsal saydığı ve inandığı değerlere saldırılması büyük olaylara sebep olabileceği gibi, saldırganlar hareketlerini canı pahasına ödeme durumuna düşebilirler. Atasözünden de bu doğrultuda anlam çıkarılabilir.

Kaynak: Sayginnlp.com web sitesinde yayımlananKişilik (Şahsiyet) ve Atasözleri” konulu yazıdan derlenmiştir.

Share

Bunları da Beğenebilirsiniz...