6 Şubat 2011

Truman Doktrini

Siyaset
Siyaset

Bir önceki yüzyılda İngiliz İmparatorluğu’nun Ortadoğu’da oynadığı İslam kartının kademeli olarak stratejik ortağı ABD’nin kontrolüne geçmesinin başlangıcı olarak Truman Doktrini alınabilir…

Sezar’ın hakkını teslim edelim ki, dış politikada İslam unsurunu kullanma işini başlatan İngilizlerdir. Bunu açıkça yaptıkları son yer, bağımsızlığını yeni kazanmış Hindistan’dan ayrı Müslüman bir devletin, Pakistan’ın kuruluşunu desteklemeleri oldu. Böylece Rusların Hint Okyanusu’na, yani bizim sevdiğimiz kavramla sıcak denize Afganistan üzerinden inmesine karşı ve Hindistan ile o dönem müttefik olan petrol deposu İran ile arada bir tampon kurduklarını düşündüler. Pakistan’ın 1947’de kurulduğu gün Londra’dan yapılan açıklama, bu sayede Ortadoğu’daki çıkarlarını daha iyi koruyabilecekleri oldu. Aynı 1947 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer ülkesi ABD, diğer muzaffer Sovyetler Birliği’nin batıda Avrupa, güneyde Basra-Hazar petrol bölgesinden men etmek amacıyla Truman Doktrini’ni açıklamıştı. Washington’un bu çerçevede Türkiye ve Yunanistan’a askeri yardım başlattığı Marshall Yardımı da aynı yıl ortaya çıktı.

Bence, bir önceki yüzyılda İngiliz İmparatorluğu’nun bölgede oynadığı İslam kartının kademeli olarak stratejik ortağı ABD’nin kontrolüne geçmesinin başlangıcı olarak Truman Doktrini alınabilir. Çünkü İngilizlerin Pakistan’ın kuruluşundaki tespiti doğru çıktı ve Ortadoğu’da tarih 1948’de İsrail’in kurulmasıyla başka türlü akmaya başladı. Hemen ardından iki önemli gelişme var. İran’da Musaddık 1951’de başbakanlığa geldi ve ülkenin petrol gelirlerinin sahibi Anglo-Iranian petrol şirketini millileştirdiğini açıkladı. Bir sonraki yıl, 1952’de Mısır’da Muhammed Necib, Kral Faruk’u devirerek cumhuriyet ilan etti.

Ne mi oldu? Artık İngiliz ve Amerikan istihbaratlarının arkasında olduğu kesinleşen bir darbeyle 1953’te Musaddık devrildi, Şah Rıza Pehlevi ülkesinin petrolünü uluslararası şirketlere verdi. Benzeri akıbetten endişe eden Mısır’daki Hür Subaylar hareketi Cemal Abdülnasır liderliğinde bir darbeyle 1954’te yönetime el koydu. Devamında 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdi. Ancak arkasına Nikita Kruşçev’in yeni yönetimindeki SSCB’yi alınca, İngiltere, Fransa ve İsrail koalisyonu etkisiz kaldı. Nasır’ın böylece Arap milliyetçiliğine reel sosyalizm destekli liderliği, Arap dünyasında zincirleme darbeler ve adı cumhuriyet olan askeri oligarşiler dönemini başlattı. 70’lerin sonunda bölgeyi sarsan ve siyasette dinin etkisini arttıran bir dizi gelişme yaşandı. 1977’de Pakistan’da açık İslamcı ve Amerikancı eğilimiyle general Ziya Ül Hak solcu Halk Partisi’nin başbakanı Zülfikar Ali Butto’yu devirdi.

Yine 1977’de İsrail’de Likud Partisi, İşçi Partisi’nin 1948’den bu yana iktidarına son verdi. 1978’de Afganistan’da Sovyet yanlısı bir darbe yapıldı. (ABD’nin radikal İslamcı Afgan ve -daha sonra aralarından El Kaide’yi çıkaracak- Arap mücahitlere silah dağıtıp, Sovyetler’e karşı gerilla savaşı örgütlemeye başlaması bu vesileyle oldu.) 1979’da İran’da İslam devrimi ile Ayetullah Humeyni başa geldi. Aynı yıl mücahitlerle başa çıkamayan Sovyet ordusu Afganistan’ı işgal etti. ABD’nin Sovyetler’i güneyden kontrol siyasetinde Afganistan ve İran halkaları kopmuştu. Washington’da Türkiye’de sol eğilimli bir iktidarın yönetime gelmesi endişesi vardı, artı, Yunanistan ile NATO üzerinden Ege işbirliği 1974 Kıbrıs harekâtından bu yana kopmuştu. Türkiye’deki 1980 darbesi bu endişelere son verdi. Askeri hükümetin ilk kararı Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesini onaylamak oldu.

Yıllar sonra, Türkiye’de 28 Şubat dönemi ertesinde CIA’in o dönemki başkanı Stansfield Turner ile mülakat yapma imkânı buldum; 1998’de NTV’de yayımlandı. Turner, Sovyetler’e karşı İslamcı grupları silahlandırma siyasetlerini ‘Yanlış yaptık’ diye basit bir şeymiş gibi özetleyiverdi. Ekonomisini daha güçlü sandıkları Sovyetler’in daha on yıl yıkılmayacağını, o arada İslamcı hareketleri kontrol altına alacaklarını düşünüyorlardı. Daha sonra 2001’de ABD’yi evinde vuran El Kaide bu koşullarda ortaya çıktı, büyüdü…

ABD başkentinde radikal İslam’ın yayılmasına karşı ‘ılımlı’ İslam kavramını ortaya atma fikrini geliştirenler, Türkiye üzerine çalışan isimler oldu. Morton Abromowitz ve Marc Grossman gibi diplomatlar, Graham Fuller gibi CIA uzmanları, Ian Lesser gibi araştırmacılar bunda pay sahibi oldu…

Kaynak: Murat Yetkin’in 03 Şubat 2011tarihinde Radikal Gazetesi’nde yayımlanan “ABD’nin tehlikeli oyunu” köşe yazısından derlenmiştir.

Share

Bunları da Beğenebilirsiniz...