16 Nisan 2011

Hz. Muhammed (SAV) dönemi ortak tarihi zemin/kültür birliği

İlahiyat
İlahiyat

İslam’ın, şirk telakkisiyle her hangi bir değer ekseninde ortak noktası bahis mevzu olmadığı için buna temas etmekten kaçınılmıştır. Zira ifade edildiği üzere kadim şirk anlayışı, içinde bulunduğu dönem itibariyle kendi statükosunu koruma refleksiyle müzmin bir muhalefet zemininde gelişmiştir.

Hakim kültür ve sınıf olan cahiliye dönemi şirk telakkisi ve Müşrikler aynı zamanda başkasına hayat hakkı vermeyen linç ve sürgün histerisi ve paranoyası içindeydi. “Başkası” olmayan bir anlayışa ve onun dayatmasına karşı ancak “başkası” olduğunu anlatıncaya dek mücadele ile mukabele edilir. İslam’ın ilk muhataplarıyla serüveni de böyle olmuştur.

İslam daha ilk günlerden itibaren Ehl-i Kitab namıyla anonim bir isim kullanmak suretiyle Hıristiyan ve Yahudilerle konuşmuştur. Değerler manzumesinin belli ve geçmiş bir geleneğe sahip olmasından dolayı onlara bu anonim isimle hitap etmiştir. Halbuki Müşriklik ve münafıklık, reaksiyonların belirlediği davranışlardan oluştuğu için, zaman içinde tartışıldıkça, değerleri belirginleştikçe, farklılıklar deşifre oldukça anonim isimlerle çağrılmaya başlanmış, ancak ortak bir kültür ve değerden söz edilememiştir.

Her ne kadar insanlığın ortak tarihî serüvenine, peygamberlerin aydınlık mücadelesi olarak atıfta bulunmak suretiyle diyalog oluşturmaya çalıştıysa da, bu kültür mirasına sahip çıkanlar yani Ehl-i Kitab dışında hiç kimseyle sistematik bir zemin oluşturulamamıştır.

İnanç özgürlüğü, İslami öğretinin temel hassasiyetlerinden biridir. Bu duyarlılıkla ilgili bütün haklar saklı olmakla birlikte, inanç ve düşüncenin ifade edilmesi de bir o kadar insan hakkıdır.

Hz. Peygamber bir yandan muhataplarına gerçekleri tebliğ ederken bir yandan hür iradeleriyle belirleyecekleri alternatiflere göre İslam’ın net tutumunu açıklıyordu. Tarih boyunca aynı öğretinin mürşitleri olan peygamberlerin müteselsil biçimde insanlığın ortak paydası olan evrensel ahlaki değerleri savuna gelmesi önemli bir asgari müşterektir. Bu tarihî zeminde kendisine bir yer bulan ve kendisini öyle tanımlayan herkes için önemli bir ortak değer ve önemli bir kültür ortak paydasıdır. Kur’ân bu konuya sık sık atıfta bulunmakta ve muhataplarına yeniden düşünme çağrısı yapmaktadır. Özellikle İbrahimî geleneğin önemli bir arınma, aklanma ve ayıklanma miladı olarak referans gösterilmesi fevkalade net ve kesindir. Namazlardaki ka’delerde/diz üstü oturuşlarda, okunan dualarda Hz. Peygamber’e, Hz. İbrahim’e ve onların âline/aile, akraba, tabi ve taraftarlarına yapılan dua, hem ortak kültür paydasının pekiştirilmesi hem de vefa duygusunun geliştirilmesidir. Yaratanın huzurunda ibadet ciddiyetinde/ formatında dürüst bir şekilde her gün beş defa/ defalarca tekrarlanan bir dua ve nakaratla geçmişe karşı saygı, sevgi ve vefa göstermenin heyecanı ve sözleşmesi yenilenmektedir.2

İslam’ın en ayrıcalıklı yanı, diğer kitaplara ve peygamberlere karşı tavrını, saygısı ve sevgisini çok kesin bir dille ifade etmiş olmasıdır. Bu yönüyle diğer din mensuplarının Müslümanlara öğretecekleri ve onlardan inanmalarını isteyecekleri herhangi bir artı değerleri de yoktur. Zira bir Müslüman tabiatı gereği Kur’ân’a ve son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e inandıktan sonra, Tevrat’a, Zebur’a, İncil’e, Musa’ya, İsa’ya ve diğer kitaplara ve peygamberlere iman etmiş olduğu ve hürmet ettiği için Müslümandır. Aksi halde zaten İslam’dan ve Müslümandan söz edilemez. Peki o takdirde kim, kime neyi ve var olmadığına inandığı hangi değerleri tebliğ edecek?

Müslüman olduğunu söyleyen hiç kimse sözü edilen kitap ve peygamberlerden hiç birini ne reddedebilir ne de onlara karşı bir hürmetsizlik ve saygısızlıkta bulunabilir.

İnsani erdem ve faziletler manzumesi olan Kur’ân-ı Kerim’de ortak değer ve kültür birliği ile ilgili örnek şahsiyet Hz. Peygamber’e şu bilgi ve emirler verilmektedir;

Ehl-i Kitab’la aranızda müşterek değerlere sahip çıkın. Bu değerler, Allah’tan başkasına tapmamak, O’na hiçbir şeyi eş tutmamak ve Allah’ı bırakıp da kiminizin kiminizi ilahlaştırmamasıdır. Bu değerlerde buluşma çağrısını kabul etmezlerse, sizin Müslüman olduğunuzu ve bu değerlere sahip çıkacağınızı bilsinler.

Onlar, Hz. İbrahim hakkında ileri geri konuşur, kimisi onun Hıristiyan olduğunu kimisi de Yahudi olduğunu söyleyerek sahiplenmeye çalışır ve aralarında tartışır dururlar. Bilir bilmez her konuda konuşurlar. Halbuki Tevrat ve İncil Hz. İbrahim’den sonra indirilmiştir. O, ne Yahudi, ne Hıristiyan ne de Müşrik idi. O, dosdoğru ve tam bir Müslüman idi.

Ayrıca ona en yakın olan ve dostluğuna hak kazananlar da, Peygamber Muhammed (sav) ile O’na inanan kişilerdir.

Ehl-i Kitab ne yapıp edip sizi yolunuzdan alıkoymak ve saptırmak isterler. Ama farkında değiller ki kendileri yanlış yoldalar.

Ey Ehl-i Kitab! Gerçeği görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkar ediyorsunuz?

Ey Ehl-i Kitab! Neden eğriyi doğruyu birbirine karıştırıyor ve bile bile gerçekleri gizliyorsunuz?

Doğru yola dönerek, asla Müşrik olmayan Hz. İbrahim’in dinine uyunuz.

Ey Peygamber! Onlara de ki: Allah Beni dosdoğru yola, bir Allah’a inanan ve asla Müşrik olmayan Hz. İbrahim’in dinine iletti.

Yahudi ve Hıristiyanlar Müslümanlara, “Yahudi ve Hıristiyan olun ki, doğru yola eresiniz” derler. Onlara asla şirke bulaşmamış bir hanif olan Hz. İbrahim’in dinine mensup olduğunuzu ve izine uyduğunuzu söyleyin. Siz gerçekten dosdoğru yoldasınız. Bu konuda Yahudi ve Hıristiyanların sizinle tartışmasına aldırmayın.

Çok açık bir dille insanlığın ortak değer ve ortak paydası olan nübüvvet mirası konusundaki anlayış ve düşüncenizi açıklayın ve deyin ki; Biz, Allah’a, Bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rabbleri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz ancak O’na teslim oluruz.

Yahudi ve Hıristiyanların, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve ondan sonraki torunların hepsinin Yahudi ve Hıristiyan olduklarına dair iddia ve avuntularını bir yana bırakın. Allah mı daha iyi biliyor yoksa onlar mı?

Daha önce gelip geçmiş peygamberlerden hangisine Allah’tan başka tanrılar edinmeyi emretmişiz? Bir sorun, var mı böyle bir şey?

Ey Nebî! Yahudilere de ki; eğer sözünüzün eri doğru dürüst insanlarsanız, Allah katından Bana ve Musa’ya inen kitaplardan daha doğrusunu getirin de Ben ona uyayım.

Kur’ân’ı Muhammed (sav)’in uydurduğunu söyleyenler, eğer kendilerine güveniyorlarsa bütün hemfikirlerini çağırıp bir benzerini uydursalar ya!

Peygamber’e iftira edip hile peşinde koşanlar bilsinler ki; Peygamber yalnızca Allah’a kulluk etmek, O’na şirk koşmamak ve insanları yalnızca O’nun yoluna çağırmakla emrolunmuştur.

Daha önce yöneldiğin kıble olan Kudüs’ün değiştirilip Kâbe’ye yönlendirilmen Ehl-i Kitab için bir samimiyet ölçüsü yapıldı ve gerçekten Sana uyan uymayan ayırt edilmesi için icra edilmiştir.

Tevrat’ın indirilmesinden önce Hz. Yakup’un haram kıldıkları dışında yiyeceğin her çeşidi Yahudilere helal idi. Gerçekten dürüst iseniz söyleyin, öyle değil miydi?

Sizi gidi cahiller! Bana da yani bir peygambere de Allah’tan başkasına kulluğu mu öneriyorsunuz. Gelmiş geçmiş bütün peygamberlere vahyedilen ortak emir şudur; Yalnız Allah’a kulluk et ve yalnızca O’na şükret. Şayet O’na ortak koşarsan bütün amellerin boşa gider ve Sana yazık olur. Perişan olursun.

İslam tebliğ ve davetinin çerçevesini belirlediği asgari müşterek ve kültür birliği ile ilgili, özelde Hz. Peygamber’e, genelde herkese davranış ve ifade yükümlülüğü getiren âyetlerde Kur’ân’ın bu konuya bakışı daha net biçimde anlaşılmaktadır.

Kaynak: Prof. Dr. Ali Akyüz’ün sonpeygamber.info web sitesinde yayımlanan “Beşer ve Peygamber Olarak Kur’ân’da Hz. Muhammed (SAV)” makalesinden derlenmiştir (Erişim tarihi: 14/04/2010).

Share

Bunları da Beğenebilirsiniz...