11 Ağustos 2010

Nurettin Topçu gerçekten Hitler’i sever miydi?

Sosyoloji
Sosyoloji

Yalta Konferansı, İngiliz Başbakanı Churchill, ABD Başkanı Roosevelt ve Rus diktatör Stalin’in önderliğinde, 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında yapılır. Konferansta alınan karar gereği, Birleşmiş Milletlere girmek isteyen ülkelere, 1 Mart 1945’ten önce Almanya’ya harp ilan etmesi şartı getirilir. Almanya’ya harp ilan etmeyen hiçbir ülke, Birleşmiş Milletlere giremeyecektir.

Türkiye de 1 Mart tarihine sayılı günler kala, 23 Şubat 1945’te eski müttefiki Almanya’ya harp ilan eder. Fakat fiili olarak savaşa katılmaz. Daha doğrusu, buna gerek kalmaz.

Neredeyse bütün dünyanın Almanya’ya harp ilan etmesi, sadece Almanların ne kadar kuvvetli ve inatçı olduğunu göstermiyor. Ernest Jünger, “İkinci Dünya Savaşı’nı Almanlar kaybettiği zaman, bütün milletler savaşı kaybetti” demiş. İsmet Özel, Kalın Türk isimli kitabının 47. sayfasında, “bu sözün anlamı şudur” diyor ve devam ediyor: “Bundan böyle milletlerin millet olarak savaş yürütebilecekleri saha tahrip olmuştur. Dolayısıyla 1945’ten itibaren dünya nizamı, birinci planda başrolü milletlerin oynamadığı, örgütlerin oynadığı bir saha olmuştur. Bu örgütlerin en etkilileri finans örgütleridir.” Kısaca, Almanya yerle bir edilerek, gerçek anlamda “bağımsızlık” isteyen milletlere gözdağı verilmiştir. Sadece Dresden şehrine kaç bin ton bomba atıldığı bugün bile tam olarak hesaplanamamıştır. Veya Rusların kaç yüz bin Alman esirini yok ettiği…

Almanlara karşı kimlerin birleşip cephe aldığını bilirsek, Hitler’in de kimlere karşı mücadele ettiğini öğrenmiş oluruz. Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı adlı eserinde, “Alman milliyetçiliğine karşı, kapitalist ve komünist dünyanın kardeşçe birleştiklerinden” bahseder.

Nurettin Topçu’nun Hitler’e olan ilgisi şu ifadede yerini bulur. Nurettin Topçu, çalışma odasının duvarına üç kişinin fotoğrafını asmıştır: Mehmet Akif Ersoy, Hüseyin Avni Ulaş ve Adolf Hitler. Topçu, onca soruya ve meraklı kişiye rağmen, Hitler’in fotoğrafını niçin astığı konusunda kimseye bir şey söylemez.

İsmail Kara’nın hatıralarını kaleme aldığı Sözü Dilde Hayali Gözde isimli eserinde Kara, Nurettin Topçu’yu anlattığı bölümde, konuyla ilgili şu tespitlerde bulunuyor: “Bugün Hitler dendiği zaman insanların aklına İkinci Dünya Savaşı sonrasında, büyük ölçüde Yahudilerin tahakkümündeki sinema dünyasının, basın-yayın organlarının icat ve inşa ettiği Hitler tipi geliyor: Meczup, gaddar, cahil, nutuk budalası, toplama kampları, gamalı haç, gadre uğramış ve katledilmiş Yahudiler… İkinci Dünya Savaşı bitene kadar bütün dünyada, hususen İngiltere’nin, Fransa’nın, Rusya’nın gadrine, işgaline uğramış ülkelerde, bu arada Türkiye’de de Hitler kesinlikle böyle biri değildi; dünyaya nadir gelen bir kahraman, hem de cihanı titreten bilge bir kahramandı.  1930’lu yılların TBMM albümlerine, üniversite yıllıklarına, gazete sayfalarına bakarsanız sizi ekseriyetle, şimdi sadece filmlerde gördüğümüz ‘Hitler bıyığı’ karşılayacak…

Nurettin Beyin bu genel gidişten ayrılan önemli bir tarafı var: Herkes vazgeçtikten sonra o devam etti, hem de aleni denilebilecek bir tarzda. Çünkü Hitler’e olan ilgisi ortalıktaki aktüel hissiyattan ve galebe çalma, meydan okuma, bıyığı taklit etme duygularından ötede bir şeydi.” [Sayfa 38]

Hitler’le ilgili ortak kanaat; zeki, azimli ve irade sahibi olduğu yönündedir. Hitler, Almanya’nın ve insanlığın o yıllarda içinde bulunduğu sıkıntıların sebep ve kaynaklarını isabetle teşhis etmiştir. Hatta Kur’an-ı Kerim’in Almanca baskısını okuyup incelemiş ve hayranlığını açıkça dile getirmiştir.
Hitler, Alman milletine öyle bir milli şuur ve heyecan vermiştir ki, bu sayede, savaş sonrasında harap olan Almanya’nın kısa sürede toparlanıp güçlenmesini kolaylaştırdığı kabul edilir.  Fakat Yahudilerin aleyhinde propagandası yüzünden, bugün, bir “cahil ve cani” olarak tanınıyor, o ayrı…

İsmet Özel, Almanya ve Hitler bahsine değinirken, şunları söyler: “Konuşmamın bir yerinde, dünya sisteminin Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bazı kelleleri kopardığını söylemiştim. Rusya’nın çarı gitti, Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın imparatorları gitti, Osmanlı’nın hilafeti gitti. Fakat bunların arasında bir ülke ya da bir millet yeniden baş üretti. Tabii İtalyanlar da denediler ama onlar pek beceremediler. Almanlar ise bunu başardılar; yani kesilen başın yerine omuzların arasından tekrar bir baş çıkardılar. Bu kişi, beğenilsin veya beğenilmesin, Hitler. Almanlar işin başsız yürümeyeceği konusunda ısrarcı oldukları için baş ürettiler. Bu Hitler’in şahsi başarısı değildir, onların –Almanların- böyle bir eğilimi –Führer Prinzip– vardır. Bu baş da koparıldıktan sonra Almanlar yeniden görünmeyen bir baş ürettiler ve hala böyle bir başları var onların. Almanya’da sağcı solcu, her şey olunabilir, fakat ‘Almanya haini’ olunamaz. Bu, yasayla halledilmiş bir mesele değil. Almanya’da bütün siyasi görüşler çok net bir şekilde Almanya’nın çıkarında birleşirler. Bu yüzden de belli karar alma odaklarını, o belli fakat gizli başı koruyarak toplumlarını silik bir duruma düşmekten koruyabilmişler; bugün iki savaş kaybeden Almanya’yı hâlâ hesaba katılması, hem de dikkatle hesaba katılması gereken bir ülke durumuna getirebilmişlerdir.”

Topçu’nun, Hitler’in adını andığı cümlelerin yazılış tarihine dikkat edecek olursak, bu cümlelerin, genellikle Arap–İsrail Savaşları sırasında kurulduğu görülecektir. Bir anlamda, hem bu savaşlarda Araplara destek vermiş, hem de Araplara karşı takınılan yanlış tutumu (duruşu) eleştirmiştir. Ortada, Hitler sevgisinden çok, Yahudilere olan sevgisizliği vardır.

Şimdi, Nurettin Topçu’nun Hitler’in adını andığı cümlelerine bir bakalım:

“Hitler, ideali hülyaya çiğnetti. Gazi Osman Paşa, Plevne ufuklarında bütün bayağı realiteyi kutsal vatan idealine feda etmesini bildiğinden, kılıcını teslim ederken bile, davanın muzaffer ve şerefli sahibi olarak kaldı.” [Kurtuluş Yolu, Nisan 1971, İradenin Davası, sayfa 202]

“Hitler’in ne için Yahudi düşmanlığı yaptığını yine gazeteleri okuyup anlıyoruz.” [Gazeteler, Şubat 1952, Ahlak Nizamı sayfa 63]

“Hem insanlık adı altında toplanan bütün meziyetler, nasıl olursa olsun, harbi kazanan tarafa mı aitmiş? Vaktiyle Hitler’in istila senelerinde Alman şansölyesini göklere çıkaran ve tıpkı şimdiki Müslümanlar gibi yenilgiye uğrayan Fransızları o zaman dejenere olmakla itham eden kuvvet müdahenecileri, Hitler yenilir yenilmez, Amerika’dan gelen Yahudi temposuna uyarak, onu yerlerin dibine geçirmekte tereddüt göstermediler.” [İslam Davası ve Yahudilik, Temmuz 1967, Ahlak Nizamı, sayfa 214]

“Alman üniversiteleri, 18. asırda, arza sığamayan bir idealizmin kurucuları oldular. Öyle ki, Hegel’de Hitler’i tanımak kabildir. Zira kollar daima beyne bağlı kalmışlardır.” [Komünizm Karşısında Üniversitenin Rolü, Ahlak Nizamı, sayfa 291]

“Yavuz Selim, Alpaslan’dan daha genç, Hitler, İskender’den daha zindedir. Gandi, Buda’dan daha taze, Yunus, Sen Pol’den daha cezbelidir. Kalven, Luther’den daha samimi, Hüseyin Avni, Dalton’dan daha ateşlidir.” [Mukadderatımızın Tohumları, Haziran 1959, Yarınki Türkiye, sayfa 276]

Yine, Mayıs 1965 yılında kaleme aldığı ve Büyük Fetih isimli kitabında yayınladığı Fatihler ve Zalimler başlıklı yazının da altını çizmek gerekiyor: “İşte eski Asur ve Mısır orduları, İran ve Yunan harpleri, Hunlar ve Romalılar; işte Napolyon istilaları, İngilizlerin mazlum milletlere saldırıları; işte varlıklarıyla insanlığı ürperten Rusya ve Amerika. Bunların yaptığı fetihlerde, ruhumuzun önderleri Halife Ömer’lerin, ulu atalarımız Fatih’lerin ve Yavuz’ların insanlığa rahmet getiren harplerindeki ruh ve dava, onlardaki kılıcı kullanan kalp kuvveti yoktur.”

Bu paragrafta dikkat çekici olan, Hitler Almanya’sının saldırganlığının es geçilmesidir. Gerçi Hitler’in haklı olduğunu söylemiyor. Fakat haksız olduğunu da söylemiyor.

Nurettin Topçu’nun Hitler ve Almanya vurgusunu daha iyi anlamak için, bana kalırsa Birinci Dünya Savaşı yıllarına gitmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti ve Almanya bu savaşta kader birliği yapmışlardı. Fakat sonuç, her iki devlet için de tam bir felaket oldu. Sonrasında, Türkiye önüne konulana razı olurken, hatta hakkı olan Misak-ı Milli sınırlarından bile vazgeçerken; Almanya böyle bir şeye razı olmadı. Türkiye’nin hakkını alamamasına gösterdiği rıza, buna karşılık, Almanya’nın hakkını istemekteki ısrarı…

Topçu’nun Hitler’e olan ilgisi; Türkiye’nin bu umursamazlığına, çekingenliğine ve halkın uyutulmasına tepki olarak da değerlendirilebilir. Öyle ki, hiç görmedikleri Girit için miting düzenleyenler, kısa bir süre sonra, gözlerinin önündeki Ege adalarından habersiz hale geldiler, getirildiler.
Yine, dergisine Hareket adını veren, “Hareketsizliğin günah olduğunu” düşünen bir insanın; hem hayatı oldukça hareketli geçmiş, hem de her şeyini kaybetmiş bir milleti harekete geçirmiş birine sempati beslemesinden daha doğal bir şey olamaz…

Kaynak: İbrahim Tenekeci’nin 15.05.2006 yılında Milli Gazete’de yayımlanan “Nurettin Topçu, Almanlar ve Hitler” yazısından derlenmiştir.

Share

Bunları da Beğenebilirsiniz...